CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Yerel Yönetimlerde Gıda Güvenliği ve Sürdürülebilir Tarım Konferansı'na katıldı. Özle, ilk olarak Ankara Büyükşehir Belediye (ABB) Başkanı Mansur Yavaş'ı makamında ziyaret etti ve ardından Yavaş ile birlikte ABB Konferans Salonu'nda tarım ile ilgili hazırlanan stantları gezdi. ABB Kırsal Hizmetler Daire Başkanlığı ile CHP Tarım ve Ormancılık Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı tarafından düzenlenen programda konuşan Öze,l şunları söyledi:

''Sürecin en sonunda hep birlikte gördük ki bu dünyanın Kovid’e yakalanmaması için, yeni pandemiler yaşamaması için ve bunu bir şekilde bertaraf edebilmesi için, birincisi dünyadaki herkesin belli bir gelir seviyesine çıkarılması lazım. Yani böylesine yoksulluğun yaşandığı bir yerde 4 tane yoksul Çinli’nin içtiği yarasa çorbası maske karşıtı Trump’a hastanenin camından maskeli fotoğraf çektirtmeyi ya da aşı karşıtı Boris Johnson’ı İngiliz Başbakanı yoğun bakımda entübe edecek noktaya kadar getirebiliyor. Kurulan dünya düzeni var olduğu şekliyle o düzeni kuranları da kurtarmıyor. Bu dünya düzenini hem ekonomik eşitlik açısından hem kaynakların paylaşımı açısından hem de gıdaya erişim, yoksullukla mücadele ve bu noktada tam da durulması gereken yerde bizim durduğumuz yerde eşitlikçi ve dünyadaki bütün halkları ve halkın içindeki herkesi belli bir gelir seviyesinde, belli bir eğitim seviyesinde, belli bir bilim seviyesinde ve belli sağlık hizmetlerini bir eşit alır seviyede tutmak lazım. CHP’nin bu ülkede temsil ettiği yaklaşım. Hem yerel yönetimlerin pandemideki tutumları açısından yaptıkları, yani AK Parti'nin belediye Başkanları şaşmış ve kalmış şekilde ‘Ankara ne yapacak’ diye beklerken ve sürecin sonunda da kapı kapı üçer tane maske dağıtacak hale gelirken CHP’nin yerel yöneticilerinin birden harekete geçtiklerini çünkü onlar hiç alışmamışlar zaten merkezi yönetimden bir şey gelmesine, gelmiyor, hatta eli kolu bağlanıyor. Hemen harekete geçtiler, atölyeleri maske fabrikalarına çevirdiler. Bütün imkanlarıyla sokağa çıkıp çalışamayanları evlerinde buldular, onlara sahip çıktılar. İhtiyaç duyan sektörlere destek oldular ve pandemi sürecinde genel iktidarın eksik bıraktığı her şeyi kapatmaya çalıştılar. O dönem dört dörtlük bir süreci yerel yöneticilerimiz getirdi. O günkü büyükşehirlerimizin hepsi efsaneler yarattılar. Ve Türkiye'ye mal olduğu şekliyle bütün belediye başkanlarımız adına Ankara'da da halen daha ‘Seçim nasıl yüzde 60 ile alındı’ diyen Mansur başkanın pandemiyi nasıl yönettiğine baksın, gönüllere nasıl girdiğini oradan görsün.

“Kendinize yetecek tarımınız yoksa açsınız, sefilsiniz, perişansınız demektir”

Sadece yüksek katma değerli ürünle bu işin olmadığını da gördük. Çünkü tedarik zinciri kırılınca sen kendine yetiyor musun, kendi kendinle baş başasın. Gümrükler kapanınca, gemiler durunca, kamyonlar durunca, şehirler arasında bile ulaşım durunca ülke kendi kendine yetiyor mu yetmiyor mu orası çok önemli bir hale geliyor. Hastalığın başlamaması için gıda güvencesi, güvenliği söz konusu iken hastalık ortaya çıktıktan ve tedarik zinciri kırıldıktan sonra bu sefer gıda güvencesi konuşulmaya başlıyor. İstediğiniz kadar dolarınız olsun, euronuz olsun, altınınız olsun eğer kendinize yetecek bir tarımınız yoksa açsınız, sefilsiniz, perişansınız demektir.

Biz kendi kendine yeten bir ülke tarımda olmak için yeniden adımlar atmalıyız. Bunun için malum bir kurultay, program yazma sürecindeyiz kurultayımızda başlattığımız. Partimizin kurultayı güne uygun hale gelecek, yazıldığı gün iyiydi ama eskidi. Biraz kısalacak, çağı yakalayacak ve ilerinin hükümet programına evrilecek bir program olacak.

''Gıda güvenliğinde 10 yılda 13 sıra geriledik''

Uluslararası gıda güvenliği endeksinde ülkemiz 10 yıl önce 36’ıncı sıradayken bugün 49’uncu sırada. İnanılır gibi değil. 10 yıl önceye göre daha iyi cep telefonları kullanıyoruz, daha iyi bilgisayarlar kullanıyoruz, daha çok elektrikli araç kullanıyoruz. Birilerinin yaptığı iyi şeyleri satın almanın yanında kendi işimizi kötü yapıyoruz. Çünkü 10 yılda daha iyiye gitmek varken 10 yılda tam 13 sıra gerileyerek 49’uncu sıraya gidiyoruz bütün dünyada gıda güvenliği meselesinde.

Bu durum Türkiye’nin gıda güvenliği ve sürdürülebilir tarım konusunda stratejik bir eksiklik yaşadığının açık kanıtıdır. Bu stratejik yoksunluk Türkiye’deki gıda enflasyonun rekor oranda artmasına sebebiyet vermektedir. Bu hem sağlığımızı tehdit ediyor, aldığımız malın sahte olması da buna dahil, çocuğunuzun yediği bir salatadan gıda zehirlenmesi olması da bu meseleye dahil, ya da çocuğunuzu besliyorum sanıp da vitamin, mineral açısından doğru bir diyet uygulayamadığınızı görmeniz de buna dahil ama bir yandan da dönüp baktığımızda gıda enflasyonu dediğimiz mesele de buna dahil. Türkiye’nin gıda enflasyonunda yüzde 44. OECD ülkeleri içinde tartışmasız son sıradayız.

''Girdi maliyetleri artarken üreticiye destek verilmiyor''

ASKİ Genel Müdürlüğü Altındağ'ın Altyapısını Yeniliyor ASKİ Genel Müdürlüğü Altındağ'ın Altyapısını Yeniliyor

Mazot, gübre, ilaç gibi girdi maliyetleri katbekat artarken üreticiye yeterli destek verilmiyor, fiyatlarda maliyetleri kurtarmakta yetersiz kalıyor. Böyle olunca artık o iş yapılabilir olmaktan çıkıyor. Yapılabilir olmaktan çıktığında ne oluyor? Türkiye’de 2003 yılında 2,8 milyon çiftçi varken bugün 2,3 milyon çiftçi var. Oysa 2003 yılında nüfusumuz bundan 20 milyon eksikti. 20 milyon yeni nüfus geldi, orana bakarsan 500 bin yeni çiftçiye ihtiyaç var, öyle ya 60 milyona 2 milyon ise 83 milyona 3,3 milyon olması lazım, 2,3 milyona düşmüş. 500 bin çiftçi artacağına 500 bin çiftçi azalmış. 1 milyon çiftçi kayıp. Nerede bunlar? Biraz önce Başkan’ın dediği gibi fabrikada asgari ücretle geçimini sağlamaya çalışıyor. 26 milyon dekar alan, yani Hollanda kadar alan, bu iktidar döneminde ekilip biçilmekten vazgeçilmiş durumda. Türkiye’de ortalama çiftçi yaşı 58 ve 4 çiftçiden 3 tanesi gelecek sene bu işi yapmak istemediğini ifade ediyor.

Bir dönem Türkiye, tarımda kendi kendine yeten 7 ülkeden biriyken bugün buğdayını, mısırını yurt dışından ithal eden bir ülke konumuna düşmüş durumda. Yerli üretimde düşüş, tarım ve gıda sektöründe taklit ve tağşişin yaygınlaşmasına neden olurken bu durum hem tüketicinin sağlığını tehdit ediyor hem de gerçek üreticilerin zor durumda kalmasını, rekabet edememesini ortaya çıkarıyor.

''Milli savunma kadar kritik olan tarım sektörü daha fazla desteklenmeli''

Milli savunma kadar kritik olan tarım sektörü daha fazla desteklenmeli ve çiftçinin borç sorunları çözüme kavuşturulmalıdır. Bir beka sorunu arayanlar Türkiye’deki çiftçinin tarlalarının ipotek sorununu, çiftçinin zirai kredileri ödemedeki güçlüklerini ve bu güçlüğe düştüğünde tarlasının el değiştirdiğini ve satıldığını ve birçok yabancı sermayeli bankanın eline geçtiğin görmek lazım.

Türkiye'de tarım yanıyor, çiftçi entübe durumda. Eğer bu iktidar biraz daha bu politikalarını sürdürecek yani bu politikasızlığına bu ülkenin çiftçisini, hayvancılıkla uğraşanlarını, köylüsünü mahkum edecek olursa gelecekte gerçekten bu ülkede artık derdini anlatacak, isyan edecek, yola çıkacak, yolu kapatacak, ürününü dökecek ve iktidar tarafından kızılacak ve hedef gösterilecek bir çiftçi de bulamayacak.''