Ankara'da Afet Risk Azaltma Planı Ankara'da Afet Risk Azaltma Planı

10 Ekim Katliamı'nda hayatını kaybedenlerin aileleri, adalet arayışlarını her yıl olduğu gibi bu yıl da sürdürüyor. Ankara’da her yıl anma etkinlikleri düzenleyen aileler, adalet taleplerini yüksek sesle dile getiriyor. Katliamın ardından yürütülen yargı sürecinde çeşitli cezalar verilmiş olsa da aileler davanın hala aydınlatılması gereken birçok noktası olduğunu düşünüyor.

Katliamda 23 yaşındaki oğlu Yunus Delice'yi kaybeden baba Mahmut Delice, katliamdan sonra yaşadıkları acı sebebiyle eşini ağlamaktan görmemeye başladığını söyledi. Delice, şöyle konuştu:

" Miting vardı geldi, geldiler burada o canlı bombalar patladı bizim çocuğumuzun hayatı gitti. Ne adaleti geldi ne de başka bir şey. Adalet diye bir şey gelmedi ki. Ben her mahkemeye geldiğimde sanki ilk günüm gibi oluyor. Ben öyle görüyorum. Annesi ağlamaktan gözlerinden oldu, artık gözlük takıyor fazla görmüyor. Buraya da getiremiyorum çok üzülüyor. Biz her mezarına gittiğimizde sanki yeniden o teşkilatı görüyoruz. Kimseye kinimiz yoktu biz alının teriyle çalışıyorduk çocukları okula gönderdim. Yaşlı bakımını bitirmiş, 4 yıllık hemşireliği kazanmıştı. Ben böyle bir şey beklemiyordum, aklıma gelmeyen başıma geldi."

10 Ekim Barış Derneği Eş Sözcüsü İshak Kocabıyık, patlamadan yaralı kurtulan yurttaşlardan biri. O güne dair yaşadıklarını anlatan Kocabıyık, "Arkadaşlarım öldü yaralananlar ise uzuvlarını kaybetti, ben kulaklarımdan sağır kaldım bunu söylemeye utanıyorum" diyerek şöyle konuştu:  

" Kulaklarım patladı hala sağırım tedavi olunamaz bir sağırlık ama sakat kalan arkadaşlarımız var bacakları koptu. Hala tedavileri devam edenler var. Söylemeye bile utanıyorum. Çok büyük bir katliamın içindeydik o katliamı kelimelerle nasıl anlatılır 9 senedir bilemiyoruz, anlatamıyoruz. 9 senedir sadece ve sadece o katliamın sebebini ve sebep olanları gerçek katillerin ortaya çıkması için bir mücadele yürütüyoruz. Bizi ayakta tutan da bu duygumuz. Başka türlü o acıyla baş edebilmemiz mümkün değil. 104 arkadaşımızı kaybettik. Hayatımızda büyük bir boşluk oluştu hala o boşluk dolmuyor. O arkadaşlarımızın ömürlerini kendimize borç olarak aldık. Bu ülkede barışın tesis edilmesi adaletin gelmesi için mücadelemize devam ediyoruz.”

"Adalete olan inancımız azaldı"

104 kişinin ölümüyle sonuçlanan katliama ilişkin yürütülen yargılamayı eleştiren Kocabıyık "Yargı adalet tesis eden bir kurum değil bir IŞİD sever kurumdur" dedi. Kocabıyık, şöyle devam etti:

“Yargıtay 'sanıklardan Erman Ekinci hakkında bunun yaptığı iş sıradan bir cinayet değildir bunun insanlığa karşı işlenen suçtan dolayı iddianame hazırlanması gerekir oradan yargılanması gerekir' dedi. Doğal olan mahkemenin bu karar uymasıydı. Mahkeme ne yazık ki bu karara uymadı. İnsanlığa karşı suç Ankara katliamı değilse nedir biz bu sorunun cevabını arıyoruz ve bekliyoruz. Bu son karar bizim Türkiye karar yargısının adalet tesis edeceğine dair olan inancımızı iyice azalttı. Yargı adalet tesis eden bir kurum değil bir IŞİD sever kurumdur. Cezalandırmayan adalet tesis etmeyen mafyatik olaylara da gözünü yumup geçen bir yargı kurumuna dönüşmüştür. Bizim adalet mücadelemiz yerine gelecek. Bu işin hukuksal kanallarını kullanıyoruz, AYM ve ondan sonra AİHM'ye başvurularımız olacak. Biz artık parmakla sayılamayacak kadar çok olan adaletsizlik cezasızlık katmanlarının yan yana bir araya gelerek bu adaleti mücadelemizle tesis edeceğimize inanıyoruz. 

"Anıt bizim için çok önemli" 

O anıtın olduğu alan bizim kanımızın olduğu alan. Biz o alanda kanı olan bir sürü kurum arkadaş sendika dernekle bu 9 yılı paylaştık. İsterdik ki anıt açılışını da aynı şekilde paylaşalım. Akşam saatlerinde programın değiştiği bize de neredeyse istersek söz vereceklerini söylediler. Biz bunun kabul edilemez olduğunu, öznesiz cümle kurmanın mümkün olmadığını anlattık. Kimi ailelerimizin oraya gitmesi dernek kararına rağmen yapılmış bir karar değildir. Ailelerimizin kimileri kendilerini orada görmek istemişlerdir. Şunu belirteyim biz açılışa ilişkin bir tutum geliştirdik anıtın kendisine ilişkin bir tutum değil. O anıtın müellifi sayın Metin Yurdanur bile dayanamayıp bir açıklama yaptı, ' 10 Ekim ailelerini razı olmadığı bir açılışa katılmam' dedi ve katılmadı. Konuyu kimi kişiler saptırmaya çalışıyorlar. Onlara iletilen bilgilerin yanlış olduğunu söylemek isterim. Hiçbir şekilde bir siyasi partinin konuşup, konuşmaması üzerinden aramızda bir tartışma geçmedi bizim de böyle bir talebimiz olmadı. DEM Parti ile CHP tartışması ile ilgili başlıklar gördüm kesinlikle yalan, öyle bir şey yok. O anıt bizimdir bunun böyle bilinmesini isteriz."

10 Ekim katliamında babası Osman Boğacı'yı kaybeden Çağlayan Bozacı ise  ise anıt açılışı tartışmalarının 9 yıl sonra kendilerini yaralayan bir olay olduğunu vurgulayarak şu ifadeleri kullandı:

" Kafamdan silinmeyecek tek bir görüntü, Keçiören Adli Tıp morgunda babamı teşhis ettiğim görüntü. Yani onun haricinde de aslında o güne dair çok fazla bir şey hatırlamıyorum. Bu hafızayı diri tutmak adına da bugün anıt üzerinden yapılan bir tartışma var. Anıtlar hafızaları diri tutma adına çok tabii ki önemli. Ama anıt neticede genel olarak bu tarz heykeller sanatsal üretimdir ve aslında önemli olan bizim onlara yüklediğimiz anlamlardır. Dolayısıyla bugün anıtın açılışıyla alaka yaşanan tartışmalarda kim nasıl bir anıt açmış ne açacak kimler orada konuşacaktı konuşmayacaktı yani bu tartışmaların ben şu gelinen noktada 9 yıl sonunda yani bizi çok yaralayan şeyler olduğunu düşünüyorum.”

Yargı sürecinde insanlığa karşı işlenen suç kavramının dosyadan çıkarılmasıyla, yıllar sonra yapılacak yargılamaların da engellendiğini belirten Bozacı, şöyle konuştu: 

"Kendi metnine dahi uymayan bir otoriteyle karşı karşıyayız"

" Biz hiçbir zaman bunun aslında bir hukuk davası olmadığını biliyorduk. Çünkü hukuk devletleri vardır. İşte hukuksuzluğu şey yapan devletler vardır. Burada öyle bir durum da yok. Yani bir hukuk var yazılı bir metin var. Ama kendi metnine dahi uymayan bir otoriteyle karşı karşıyayız. Yani bizim bütün derdimiz aslında en başından beri bu katliamı insanlığa karşı işlenen suç tanımının içerisine sokmaktı. Çünkü bu konjonktürler değişir, iktidarlar değişir ama insanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımları olmadığı için ileride yapılacak olan bütün yargılamaların önünü tıkadılar. Biz sürekli insanlığa karşı suçu savunduk. Bizim tek derdimiz buydu. Bizim bütün derdimiz tarihe not düşmek. Biz orada zaten bu tetikçilerin, bu taşeronların yargılanacağını ve göstermelik cezalar verileceğini biliyorduk. Ama önemli olan bu mücadeleyi politik bir düzleme nasıl çekebiliyoruz? Bizim bütün derdimiz buydu. Yani hiçbir zaman öyle bir hukuk davası bu öyle bir şey değil ki. Bu artık kabile hukukunu bile geçti. Yani o kabileler bile kendi yazdıkları ya da işte söyledikleri hukuka uyar. Kendi yazdıkları hukuka dair uymuyorlar artık. Ceza Kanunu'nda yeri var, insanlığa karşı işlenmiş suç. Yani IŞİD yani sadece gelip münferit orada 10 Ekim'de Ankara'da bir katliam yapmadı ki. IŞİD yani Şengal'den başlayarak, köle pazarlarında Ezidilere yaptıkları, Kürt halkına yaptıklarıyla sonra gelip sadece 10 Ekim değil, Diyarbakır'da yaptığı, Suruç'ta yaptıklarıyla tek tek insanlarla bir problemi yok ki. Bir insanlığa düşmanlar. Yani dolayısıyla bu nasıl insanlığa karşı suç tanımına girmez bu suç? Acı eşiği geçeli çok oldu artık. Yani bizi şu an hayatta tutan şey yani bu hukuk sürecinde de tırnak içerisinde, hukuk sürecinde de, işte bu anma süreçlerinde de bizi ayakta tutan tek şey öfkemiz yani. Yani biz öfkeliyiz. Yani öyle biz mağduruz. Acılar içerisindeyiz. Şeyini çoktan geçtik biz yani öyle bir şeyimiz yok. Herkes acısını yaşıyor diyor. "